Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Somun

Sınırı geçmeye bir günden az yolum kalmıştı. Aidiyetimi geride bırakmıştım. Yersiz yurtsuz ve açtım. Adım atacak takatim kalmayınca, gözüme kestirdiğim en yakın kayanın yanına çöküverdim.  Sırtımı yasladım kayaya, sıcacıktı. Gözlerimi yumdum ve başımı geriye attım. Güneş yüzümü kavururken kirpiklerim ızgara olup tel tel ısınmıştı. Sırtımdaki kayanın sıcaklığı en son yediğim taze somun ekmeği hatırlattı. Bir ikindi vakti. Aylar sonra bulduğumuz tavuğu anne heyecanla, bin bir duayla mırıldanarak, yüzeyi soyulmuş tencerede adeta ritüelle haşlamıştı. Kardeşlerim heyecanla sofrayı hazırlamış, baba elinde ekmekle, buruk bir tebessümle eve gelmişti. Öğüne gölge düşürmek istemediğimiz için bunu göz ardı edip sevinçle toplandık sofrada. Herkes babayı bekliyordu yemeğe başlamak için. Baba yumdu gözünü. Yanaklarına yaşlar yuvarlandı. Gözlerini öyle sıkı yumdu ki, herkes nefesini tuttu. Babanın kederi sofradaki her yüreğe sıçramıştı. Babayı ağlarken görmek… Bir yerlerde bir şey olmuş demek ki, öyle bir şey ki babanın gücünün yetemeyeceği. Geniş omuzlarının, sert bakışlarının, merhametli yüreğinin çözemeyeceği bir şeydi o olan her neyse. Baba elleri titreyerek üleştirdi ekmeği. Her kime uzattıysa ekmeği, uzun uzun süzdü çehresini. Ezberleyip unutmamak istercesine. Eğer bu bakışın bir rengi olsaydı mavi olurdu. Babanın yeşil ova gibi gözlerinden çağlayan bir nehir gibi. Baba sona anneyi bıraktı ve ellerini öptü usulca, ömrünün minnetini sığdırdığı bir öpüştü. O sırada acı, keskin bir ıslık sesi duyuldu. Bu ıslık sokakta oynayan Hüseyin’in ıslığı değildi. Mahallenin en güçlü ıslığını çalan Hüseyin’in bile beceremeyeceği bir ıslıktı bu. Tekrar çaldı o ıslık. Tekrar. Anne inledi. Babam sardı kollarına ve alnından öptü.

-‘Uçaklar’ dedi.

Babanın yüzündeki burukluğun sebebini artık hepimiz biliyorduk. Yıllar önce savaş başladığında karar almıştık. Dayanabildiğimiz kadar dayanıp, evimizi terk etmeyecektik. Dayanmak derken, babanın gücüydü o. İaşe ve güvenlik. Yenilginin kabulünü çatılmış mazlum kaşlarından anlamıştık. Telaşsız bir hızla bitirdik yemeği. Beklenen bir kaderdi dediğim gibi kimse ağıt yakmıyordu. Herkes sırt çantasını hazırladı. Dakikalar içinde çıktılar evden. Ben arkada kaldım ve bilinçsizce penceremi kapadım. Anılarım uçup gitmesin diye galiba, buna hala anlam veremiyorum. Çoktan köşeyi dönmüşlerdi. Baba bana seslendi, koşmaya başladım ve tekrar seslenecekti. Seslenemedi. O ıslık. Islık susturdu onu. Molozlar ve basınç konuştu. Gözlerim görmüyor, kulaklarım işitmiyor, koku alamıyordum. Karanlık ve boşluktu. Babanın bize anlattığı İbn-i Sina’nın uçan adamı gibiydim. Sonrası yok. Uyandığımda tanımadığım bir kadının kucağındaydım. Eksiktim, kaybettiğim parmaklarım, yarım sol kulağım değildi sorun.

Ailem yoktu.