Şehir insan ilişkilerinin, ekonomik faaliyetlerin ve siyasi otoritenin bir arada şekillendiği yoğun bir mekânsal yapı ve yerleşik bir ilişkiler ağının istikrar bulduğu bir alan sunmaktadır. Özellikle savaş, ticaret ve doğal afet gibi nedenlerle gerçekleşen göç dalgalarının etkisiyle şehirler demografik, ekonomik ve kültürel olarak değişime uğramıştır. Göçle gelen yeni topluluklar, şehrin mevcut toplumsal yapısına eklemlenmiş, kimi zaman çatışmalara yol açtığı kadar şehirlerin büyümesine ve yeni siyasi düzenlemelerin ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır.
Dolayısıyla şehirler hem yerleşik düzenin simgesi hem de göç hareketlerinin yarattığı değişimin merkezi olarak tarihin önemli bir kesişim noktasında yer almıştır. M.S. 4. yüzyılda kurulan İstanbul’un Roma, Osmanlı ve Türkiye tarihine tanıklık ettiği yüzyıllar boyunca göç, toplumu şekillendiren en güçlü dinamiklerden biri olmuştur. Savaş, kıtlık, yönetim ya da çevre baskılarıyla binlerce insan koşullarını iyileştirmek umuduyla yer değiştirirken bu göç dalgaları Konstantiniyye’de yeni bir ilişkiler ağı inşa etmiştir. Göçmenler, kentin çok katmanlı yapısına uyum sağlamanın yollarını bulurken kendi alışkanlıklarını da bu yapıya eklemeyi başarmıştır. Böylece her göçmen topluluğu, şehri yeniden inşa eden bir katman bırakmıştır.
Şehir hayatına akın eden bu çoğulluğun diğer yüzü güvenlik kaygıları olmuştur. Bu dönüşüm dalgasını durdurmak isteyen siyasi otorite, göç hareketlerini kontrol altında tutmaya çalışarak özellikle tarımsal üretimi terk eden kitlelerin başkente göçünü engellemeyi denemiştir. Mürur adlı resmi izinle başkente girişi düzenleme, para cezaları gibi girişimler İstanbul’a yönelen kitleleri durduramamıştır.
Bu göçü zorunlu kılan en belirgin sorun toprak sistemindeki bozulmadır. Osmanlı yönetiminin toprak kayıplarıyla yüzleştiği, savaşları karşılamak için yüklü bir şekilde borçlandığı görülmekte, diplomatik manevralar ve topraklarını kapitalist ekonomiye açarak siyasi varlığını sürdürmeye çabalamaktadır. Bu dönemde iltizam, hazineye ihtiyacı olan nakit ihtiyacına yanıt veren bir uygulama olmuştur. İltizam basitçe devlete ait olan tarım arazisinden elde edilecek verginin şahıslara kiralanmasıdır. Fetih ve toprağa bağlı bir ekonominin fetih döneminin sona ermesi ve toprak kayıplarının başlaması, tarımsal üretimin iltizam aracılığıyla özel mülkiyet için sömürülmesi 19. Yüzyılın temel yönetim sorunlarından biri haline gelmiştir.
Osmanlı yönetiminin toprak kayıplarıyla yüzleştiği, diplomatik manevralar ve topraklarını kapitalist ekonomiye açarak siyasi varlığını sürdürdüğü bu dönemde mirî arazi rejiminin bozulması kaçınılmaz olmuştur. Osmanlı bürokrasisindeki bozulmanın, yönetimde liyakat eksikliğinin ve bazı devlet adamlarınca açıkça eleştiren özel mülkiyetin tabandaki yansıması, taşrada çiftçi üzerindeki baskıyı artırmış, zamanla ortaya çıkan çiftlikleşme merkezi yönetime karşı fiilen bir feodalite ortaya çıkarmıştır.
Süleyman Penah, Dürii Mehmed Efendi, Penah Efendi gibi devlet adamlarının gayrimüslim hür erkeklerden yılda bir kez alınan cizye ve olağanüstü durumlarda hem Müslüman hem Gayrimüslim’lerden alınan avârız gibi vergilerin bir kişiye iltizamla verilmemesi gerektiğini vurguladığı görülmektedir. Osmanlı ekonomisinin söz konusu döneme dek gelirlerinin büyük bir kısmını oluşturan öşür verigisi ise bu ekonomi politik koşullar çerçevesinde özellikle taşrada büyük bir otorite boşluğu yaratmıştır. Böylece tarımsal üretimin mültezimlerin idaresindeki ağır koşulları karşısında kırsal nüfus, tek iş kaynağı olan tarımsal üretimi terk etmeye yönelmiştir.
Defterdar Sarı Mehmed Paşa ve Nahîfî Süleyman Efendi’nin kaleme aldığı raporlarda devlet görevlilerinin mal edinme sevdasına düşmemeleri yönünde açık tavsiyelere, idareye sirayet etmiş liyakat eksikliğinin toprak sistemine verdiği zarara ve bu koşulların çiftçinin çiftliği terk etmesiyle sonuçlanacağına açıkça işaret etmiştir.
19. yüzyılda Tanzimat Fermanı’ndan (1839) sonra Osmanlı ekonomisinin kapitalist ekonomiye dahil oluşunun bir sonucu olarak endüstriyel tarım ön plana çıkmış, kar odaklı tarım ürünlerinin imalatına yönelik arazi arayışı başlamıştır. Böylece İstanbul ve İzmir gibi ihracat için kritik liman şehirlerinin önemi artmıştır. Osmanlı Devleti’nin iaşeye yönelik klasik tarım uygulaması kaçınılmaz olarak değişime uğradığı bu süreçte toprağa bağlı yaşayan iç bölgelerde köyler boşalmış, tarım arazileri kaderine terk edilmiştir. Bu bağlamda kırsal nüfus ve taşrada üretim azalmaya başlamış ve kente göç akınları hız kazanmıştır.
Diğer yandan iş imkanları için başkente yönelen kitleleri kontrol altına almak adına kefil göstermek zorunlu hale getirilmiştir. İstanbul’a yerleşmesinde sakınca görülmeyen göçmenler içerisinde çoğunlukla mevsimlik işler için düşük maliyetli işgücü sağlayan “bekarların” ise ailelerin yaşadığı mahallelere yerleşmesi engellenmiştir. Bekarların mahalle düzenini bozacağı ve toplumsal huzuru sarsacağı düşünülmüştür. Bu nedenle her yeni göçmen dalgasıyla birlikte İstanbul’un 19. yüzyılda merkezini oluşturan Suriçi ve Bilad-ı Selase bölgelerinin dışına ülkenin sosyoekonomik dinamikleri hakkında fikir veren yeni yerleşim yerleri kurulmuştur.
19. yüzyılda Osmanlı başkentinin katmanlı sosyal yapısı, küresel ekonomik sistemle birleşen değişen güç dinamikleri ve diplomatik manevralar eşliğinde modernleşme sürecine girmiştir. Gülhane Hatt-ı Hümayunu (1839), anayasal yurttaşlık kavramını Osmanlı siyasetine kazandırırken, Islahat Fermanı (1856), Gayrimüslim yurttaşlara mülkiyet hakkı ve temel anayasal güvenceler sağlamıştır. Avrupa ile sürdürülen diplomatik mücadeleler ve devletin bağımlı ekonomik yapısı zemininde gerçekleşen bu reformlara, 19. yüzyılın sonunda meşrutiyet deneyimi eklenmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan değişim süreci başlamıştır.
20. yüzyıl İstanbul’u, bu çok katmanlı sürecin incelenmesi için bir bağlam sunmaktadır. Göç, bir yandan çeşitlilik ve yenilikler getirirken, diğer yandan yönetimler için krizler ve tehditler doğurmuş; toplumsal düzenin yeni koşullara uyum sağlamasını zorunlu kılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun kalbi olan bu şehir, yalnızca kendi halkı için değil, imparatorluğun dört bir yanından gelen bireyler ve topluluklar için de bir buluşma noktası olmuştur. Bu yazı dizisi, 19. yüzyıl Konstantiniyye’sinin sınırları içerisinde buluşan ve birbirine eşlik eden beş farklı göç öyküsünü okurla paylaşmayı amaçlamaktadır.
Kaynakça
Berber F. 19. Yüzyıl Kafkasya’dan Anadolu’ya Yapılan Göçler, Karadeniz Araştırmaları (2011) Sayı 31, 17-49.
Çakır, Y.E. “İstanbul’da Demografi ve Göç 1840-1842: İstanbul’un Aylık Nüfus Raporları Üzerine Bir Analiz Denemesi,” Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, sayı: 15, (Kasım 2022): 243-267
Çelik, Z. (1996). 19. yüzyılda Osmanlı başkenti: deǧişen İstanbul. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Demirtaş M. (2007) “XVIII. Yüzyılda Istanbul’a Göçü Önlemek İçin Alınan Tedbirler Ve Karşılaşılan Güçlükler”, EKEV Akademi Dergisi Yıl 11, Sayı 33.
Efe H. (2008) Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’de Yaşanan Göçler ve Etkileri,
Sosyal Bilimler Metinleri, Sayı 1.
Erdoğan,M. ve Kaya A (ed.) (2015) Türkiye’nin Göç Tarihi 14. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Türkiye’ye Göçler. , İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Güran, T. (2014). 19. yüzyılda Osmanlı Ekonomisi Üzerine Araştırmalar. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
İnalcık, H. (2017) İstanbul Tarihi Araştırmaları – Fetihten Sonra İstanbulun Yeniden İnşası Bilad-i Selase, Galata, Eyüp, Üsküdar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Marmara R. (2019) Osmanlı Başkentinde Bir Levanten Semti Galata-Pera Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Holt, W. H. (2019). Balkan Reconquista and the End of Turkey-in-Europe: Massacre and migration, memory and forgetting, 1877-1878.
Yağcı, Z. G. (2015). Osmanlı Toplumunda Mahallenin Dışındakiler: Bekâr Odaları ve Bekârlar İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Tepekaya, M., (2006) “19. Yüzyılın İkinci Yarısında Kırım Ve Kafkasya’dan Göç Hareketleri Ve Saruhan (Manisa) Sancağı’na Göçler”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, Cilt: VI, Sayı 2.
Gökbunar A.R., (2004) 19. ve 20. Yüzyıllarda Yaşanan Gölerin Türk Maliye Tarihi Açısından Analizi
Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 6, Sayı 3, 231-252