Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

GÖÇMEN YALNIZLIĞI YAZI SERİSİ : GÖÇMENLERİN BİREYSEL YALNIZLIĞI

 Serra Altıntaş          

       Günümüz insanı için travmatik boyutlara ulaşması sebebiyle acı verici ve istenmeyen bir durum olan yalnızlıktan, en fazla etkilenen kesimlerin başında göçmen gruplar gelmektedir.  Göçmenlerde yalnızlık duygusu, kişilerin bilinçli ya da bilinçsiz şekilde ardında bıraktığı yakınlarının yokluğu ve onları terk etmelerinden ötürü kendilerini suçlu hissetmelerinden kaynaklanabilir. Bu yalnızlık duygusu, kederli bir anda olduğu kadar sevinçli bir anda da görülebilir. Göç sonrası dönemde, bireylerin içinde yaşamaya başladığı yeni toplumda yaşadıkları sosyal uyumsuzluk ise yalnızlık seviyesinin artmasında oldukça etkili olabilmektedir.

Göçmen/Mülteci yalnızca dış dünyada değil, iç dünyasına da yabancılaşmakla beraber bir yere ait olmakta güçlük çekmektedir. Göhler (1990), göç eden bireylerin sıklıkla yabancılık, yalnızlık, boşluk, özlem, değerler, köksüzlük, anavatanındaki değer yargılarının aşağılanması, aşağılık duygusu, anadilin işlevini kaybetmesi, kuşkuculuk, kırgınlık, suçluluk ve ön yargı gibi duyguları yaşadıklarını ifade etmiştir. Terk ettikleri ülkedeki “ben” ile gittikleri topraklarda şekil verilen “ben” farklılaşmakta, köksüzlük hissinin baskın gelmesine neden olmaktadır. Toplum içerisinde göçmen kendini bir gruba, topluluğa ait hissetmez, yaşadığı yeri benimsemez veya sosyal açıdan beklentileri karşılanmaz ise kendisini yalnız hissedebilmektedir. Göç eden bireyler gittikleri yerlerde birer yabancıdırlar. Onların yeni dünyalarında karşılaştıkları çevre, kültür, iklim ve dil farklıdır.  Bireylerin, dış dünyalarında somut olan bu yabancılık durumu onların iç dünyalarına yansır ve bireylerin kendi iç dünyasına da yabancılaşmasına yol açarak bir yere ait olamama duygusunu geliştirebilir. Kişilerin bulundukları yeni yerdeki değerleri ile geride bıraktıkları yerdeki değerleri çatışabilir. Bu değer çatışması içinde olan göçmen, zaman zaman düşmanlık duyguları içinde bocalayabilir. Göçmen bazen bir yere ait olmama duygusuyla bocalayıp içinde doğup kök saldığı toplumdan ve onun verdiği güvenden yoksun kalabilir. Kendi dilinin, yaşayış biçiminin, çalışma yaşamındaki ve boş zamanlarındaki alışkanlıklarının çevreyle ilişki biçiminin eskisi gibi anlam taşımadığını ve aynı değerde sayılmadığını fark eder. Bu nedenle kendini yetersiz ve yeteneksiz hissetmeye başlayabilir. Dildeki yetersizlik bu duyguyu güçlendirir.

Savaş ile başlayan sosyal sorunların daha da derinleşmesi ve mültecilerin anavatanları ile yeni yaşama alanları arasında sıkışan kimlikleri yalnızlığı tetikleyici bir etmen olarak karşımıza çıkmaktadır.  Göç eden birey, istem dışı olarak kişileri, doğayı, bulunduğu yeni yerde olmayan ve geride bıraktığı yerde olan her şeyi özleyebilir. Bu özlem duygusu zamanla göçmenin kişiliğinin bir parçası haline gelebilir.

Savaştan kaçan mülteciler, birden fazla cephede aynı anda savaşmak zorunda kalmaktadırlar. Savaştan önce görece konforlu, duygusal bağ kurup destek gördükleri, aileleri ve arkadaşlarıyla sevgi dolu bir çevreyi, terk etmek zorunda bırakılırlar. Toplumları bölünür, alelacele toparlayabildikleri birkaç bavul, evlilik yüzükleri ve hatıralarını da yanlarına alıp kaçarlar. Kadınların üçte biri evden hiç çıkmaz; dışlanmışlık hissi, anksiyete yaygın olarak görülür. Bazılarının eşi tutuklu ya da kayıp, birçoğu tecrit edilmiş halde, yalnız yaşamaktadır. Kaygılarını, kederlerini paylaşacak kimseleri olmaz. Cinsel taciz ve doğrudan fiziksel şiddetten korkar halde yaşarlar. Sıcak çatışmaların devam ettiği Ortadoğu’dan binlerce kilometre uzakta olsa da yalnızlık, dünyanın dört bir yanında en belirgin ortak noktası göçmenlerin.

Yardım kuruluşu The Forum’un 2013-2014 yılları arasında Londra’daki göçmen ve mültecilerin yalnızlığı üzerine hazırladığı rapor, (göçün küresel boyutuna da uyarlanabileceği gibi) bu kişilerin kendilerini “izole” hissetmelerinin nedenlerini şöyle sıralıyor: Aile/arkadaş kaybı, sosyal bağların yokluğu, dil engeli, hizmetlere ve kaynaklara erişememe, statü yitimi, kimlik karmaşası, iş ve kariyer kaybı, kültürel farklılıklar, dışlanma ve “yabancı damgası”.

Psikiyatri alanındaki yapılan çalışmalar, göçmenlerin/mültecilerin ileri düzeyde “sosyal izolasyon” ile travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, anksiyete, somatoform bozukluklar, bağlanma ve uyum sorunlarıyla baş etmeye çalıştığını gösteriyor. Akademisyenler Ayla Tuzcu ve Kerime Bademli’nin “Göçün Psikososyal Boyutu” üzerine kaleme aldıkları makalede belirtildiği gibi, göçün en temelde kişinin kalabalık bir gruba ait olma duygusunun kaybına ve kültürünün terk edilmesine neden olduğu düşünüldüğünde, yerleşilen yerde bu kayıplara eşlik eden yalnızlık duygusu, sosyal rollerdeki değişim, kültürel norm ve değerlerdeki belirsizlik ile bunun yol açtığı kültürel şok, göçmenlerin yaşadığı stresi açıklayan ve ruhsal bozukları işaret eden değişkenler oluyor.

Bir zamanlar Kanada’da yaşamış Türkiye uyruklu bir göçmen şöyle diyor “İyi bir sosyal çevrem, çok sevdiğim arkadaşlarım hep oldu ama kendi toprağımdaki sıcaklığı başka bir ülkede hiç hissedemedim. Ailemin uzak oluşu, bir destek aradığımda hayatla hep tek başına mücadele etmek beni fazlasıyla yordu. Hayatın anlamını sorguladığım bir gün aniden doğduğum topraklara dönmeye karar verdim ve ben memleketimde yaşlanacağım ve memleketimde öleceğim dedim. Bunu söylediğimde iş hayatımda 8 kademe terfi etmiş, evimi alıp düzenimi çoktan kurmuştum ama artık Bir Başkadır Benim Memleketim şarkısını dinlediğimde ağlamamaya karar vermiştim”.

Farklı bir örnek olan Hollanda’ya bakıldığında yapılan bir araştırmada her 10 Türkiyeli göçmenden 7’si, “kendisini yalnız hissettiğini” söylüyor. Göçmen nüfusun dörtte biri, “çok ciddi yalnızlık çektiğini” belirtiyor. İşsiz göçmenler arasında kendisini yalnız hissedenlerin oranı da yüzde 75. Bu oran Hollandalı işsizler arasında yüzde 44. Göçmenlerle ilgili çok sayıda araştırmaya imza atan Psikoterapist Dr. Murat Can, yalnızlık duygusunun, “bir gün terk ettikleri ülkeye dönme hayalinden” kaynaklandığını söylüyor. Göçmenlerin kendilerini hâlâ “misafir işçi” olarak gördüğünü belirten Can, “Bu nedenle sosyal gelişim konusunda herhangi bir çaba harcamıyorlar” diyor. Türkiye’de yaşayan, görece diğer mültecilerden daha iyi ekonomik duruma sahip birkaç Suriyeli mülteci aile de tıpkı Hollanda da yaşayan Türkiyeli göçmenlerde olduğu gibi geri dönme hayalinin varlığına paralel sosyal uyumdan kaçınma davranışı gözlenmektedir.

Hissedilen duyguların dili, dini, ırkı, cinsiyeti, rengi hiçbir zaman olmamıştır. Doğduğu, yaşadığı, kök saldığı topraklardan göç edenlerin ortak noktasıdır yalnızlık. Göç; uzun, zor, sürekli arkaya bakarak yürünen bir yol; göçmenleri kitaplardan okuyan, filmlerden seyreden bizler için. Oysaki göç süreç içerisinde her bireyin farklı deneyimler biriktirdiği; yeni bir mekanla ilişki kurmak demektir ve bu ilişki göçmenlerin hayatlarında olumsuz sonuçlar doğurduğu gibi kimi zaman olumlu sonuçlarda doğurabilir. Yaşanılan yalnızlık bireysel olabilir ancak sebepleri ve sonuçları incelendiğinde toplumsal dokunuşların varlığı gözlemlenmektedir bu sebeple göçmenlerin yaşadığı yalnızlık olgusu kültürel, politik, medyatik, sosyolojik vb. yönleriyle incelenmeli ve çözüm önerileri getirilmelidir.

 

 

 

 

KAYNAKÇA

Çakmak, S., (2010) Değişen Hayatların Görünmez Sahipleri: Göçmen Kadınlar, Fe Dergi 2, sayı 2: 50-64.

Demirkol, E., (2018), Ateşten Gömlek: Mülteci Yalnızlığı, Bilimevi Kadın Dergisi, Cilt:7

Gürdal, Y., (2016), Gitmek Mi Zor Kalmak Mı?, https://kucukdunya.com /Erişim Tarihi:08.12.2022

Özkan, Y., (2013), Hollanda’nın en yalnızı Türkiyeli Göçmenler, BBC News Türkçe

Sever, G., (2022), Göç ve Yalnızlık: Psiko-Sosyal ve Ekonomik Sonuçları, Göç Dergisi, Cilt:9, Sayı: 2, sf. 225–245

Süleymanlı E., Çaylak M., Akdağ Z.S., Değirmenci S., (2020), Göçmen Yalnızlığının Sosyo-Psikolojik Açıdan Değerlendirilmesi, Cilt:18-19