Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

GÖÇMENLER ŞEHRİN NERESİNDE YAŞARLAR?

Bireyler ve gruplar günlük hayatta belli bir fiziksel çevrede etkileşime girerler. Bu fiziksel çevre yani “yer”, belli semboller içermesi ve ilişkisellikler barındırması açısından bizleri ve ilişkilerimizi etkilemektedir. Brandenburg ve Carroll ’a göre yer, somut olarak var olan fiziksel ortamı ve bu ortamda yaşanan her şeyi içermektedir. Ayrıca doğal olan ve insan tarafından inşa edilen nesneler, bu nesnelerin organizasyonu, tüm canlıların ve insanın bunlarla ilişkisini içermektedir. Bireysel anlamda yer yani mekân kavramının çevre psikolojisi açısından önemine baktığımızda ise Güleç Solak (2017), bireylerin mekân ile ilişkisinin, duygu, düşünce, tutum ve toplumsal kültür ile ilişkisini etkilediğini belirtmiştir. Psikoloji, çevreyi kimliğin oluşumunda başat bir konuma koymuştur. Bireyin kimliğini oluşturan fiziksel çevre tabi ki bireyin davranışları üzerinde de doğrudan etkili olacaktır.

Göçmenler doğdukları, büyüdükleri mekânlarla bağları koparılmış kişilerdir. Göçmenlerin adaptasyon sürecinde alışma ve yeni düzene ayak uydurmalarında, varış noktasındaki mekânın özellikleri önemli bir role sahiptir. Dolayısıyla bu süreçleri anlamaya çalışırken göçmenlerin hangi şehirde, şehrin hangi bölgelerinde yaşadığına da dikkat etmek gerekir. Proshansky’nin “yer kimliği” olarak isimlendirdiği mekân ile kimlik yaratma süreci, göçmenler için kesintiye uğramış bir süreci işaret etmektedir. Proshansky yer kimliği kavramını şöyle tanımlamaktadır: “insanın doğal ve yapılandırılmış çevreyle, fiziksel dünyayla ve başka insanlarla ilişkilerinde tercihleri, beklentileri, duyguları, değerleri ve inançları tarafından belirlenen, yerin ve kişinin kimliğini yapısında birleştiren karmaşık bir örüntü”. Bu tanımdan da anlaşılabileceği üzere mekân sadece mekânsal özellikleri barındıran bir kavramdan ziyade, kişilerarası ilişkileri de kapsayan şemsiye bir kavramdır. Herkes yaşadığı, bulunduğu mekânı seçerken kişilerarası ilişkileri de hesaba katar ve çoğu zaman benzerlerinin bulunduğu yerlerde yaşamayı tercih eder. Yer kimliği kavramını tanımlayan Proshansky, mekânın önemli bir bileşen olmasının sebebinin insanın ait olma ihtiyacı ile  ilişkili olduğunu vurgulamıştır. Maslow’a göre ait olma ihtiyacı, fizyolojik ihtiyaçlarımız ve güvenlik ihtiyacımızdan sonra gelen en önemli ihtiyaçtır. Bireysel ihtiyacın yanında bir mekânı diğer mekânlardan daha çok seviyor, orada bulunmayı daha çok tercih ediyor olmak bir kimliğin inşasını da işaret etmektedir. Her mekânın sunduğu bir kimlik vardır ve bireyin mekânsal tercihleri, kendi kimliğini sunarken araç olarak mekânı kullanma biçimidir. Bu durumda yeni tanıştığımız birine dair daha çok bilgi almak, yaşadığı yer, gitmeyi tercih ettiği mekânları öğrenmek ile mümkün olacaktır.

Mekânın kimlik oluşumundaki etkisine örnek olarak Fried’in 1982’de yaptığı araştırmanın sonucu verilebilir. Fried, zorunlu göçlerin göçmendeki bir yerde yaşama sürekliliğine olumsuz etkisini ve topluluk duygusunun yitirilmesine sebep olduğunu bulguladığı araştırmasında Amerika’ya zorunlu göç eden gruplar ile görüşmüştür.  Göçmenlere kimliklerini ait hissettikleri mekân sorulduğunda doğdukları şehri söylemişlerdir. Göç eden toplulukta ikinci nesil yani göç edilen şehirde doğan nesil ise, anne-babalarına göre bulundukları mekâna daha bağlıdırlar. Dolayısıyla mekânla kurulan ilişkinin çoğunluklu olarak birey üzerinden süregeldiğini de söyleyebiliriz. Göç edilen mekân kişide, ataları orada yaşamamış olsa dahi aidiyet oluşturabilmektedir. Burada devreye otobiyografik belleğin de girdiği söylenebilir. Kişi kendi tarihini otobiyografik belleği sayesinde kurar ve burada önemli olay, kişi ve yerlerin öne çıktığı bellekte yaşanılan, deneyimlenen şeyler yer alır. Aktarılan durum ve kişiler elbette anlamlı olsa dahi, birey olarak gözlemlenen deneyimler kadar etkili olmayacaktır. 

Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki, aynı mekân yerel halk ve göçmen için farklı anlamlara ve davranışlara alan tanır. Göçmen olmak tek başına dahi mekânın anlamını değiştirir. Çünkü göçmen oraya “sonradan gelen bir öteki”dir ve göç ettiği mekân hayatında yeni bir dönemin, yeni bir kimliğin başladığı noktadır. Yeni ilişkiler kurması ve potansiyel ayrımcılıklar ile mücadele etmesi gerekmektedir.

“Göçmenler bir şehre geldiklerinde bu şehrin hangi bölgelerini tercih eder?” sorusuna geldiğimizde, merkez bölgeleri tercih ettiklerini görmekteyiz. Merkez bölgelerin ortak özellikleri, gece nüfusu az iken, gündüz nüfusunda çok büyük bir artış göstermesidir. Yani, bu bölgelere gündüz saatlerinde uğrayan kişi sayısı, bu bölgelerde yaşayan kişi sayısından çok daha fazladır. Göçmenler, yaşamlarına devam ederken fark edilmek ve tepki ile karşılaşmak istemedikleri için şehirlerin merkez bölgelerine yerleşirler. Yerli halkın ise çoğunlukla şehrin ikinci, üçüncü perifer olarak anılan bölgelerinde yaşadıkları görülmüştür. Bu nedenle bir şehirde yaşanan değişim merkezden başlar, öteki olan etkisini ilk olarak şehir merkezlerinde gösterir. Göçmenlerin mekân tercihlerindeki bir diğer alışkanlık, grup olarak aynı bölgelerde yaşamayı tercih etmeleridir. Bu durum pragmatik bir tercih olarak değerlendirilebilir. Göçmenler, birbirlerine destek olmak ve ihtiyaçlarını gidermek için ulaşabilecekleri bir benzerin var olması için gruplar halinde yerleşirler. Aynı olgu, köyden kente göçen kişilerin özellikle aile apartmanlarını tercih etmelerinde de görülmektedir. Bu durum göçmenlerin geldikleri ülkelerin dilini öğrenmeleri noktasında engel teşkil etmektedir. Grup olarak yakın bölgelerde yaşadıkları için o bölgenin dilini öğrenme gereksinimi hissetmezler ve ihtiyaçlarını yerli halk ile minimum ilişki kurarak giderebilirler. Bu tercihler, göçmenin kültürleşme stratejilerini de etkileyecektir. İzole bir şekilde yaşayan göçmenin, ayrılma ya da marjinalleşme stratejisini kullanması beklenirken, yerel halk ile daha fazla ilişki içinde bir göçmenin entegrasyon/bütünleşme ya da asimilasyon stratejilerine başvurduğu gözlemlenmektedir. Bu stratejilerden en istenen ve amaçlananı entegrasyon stratejisidir. Entegrasyon, göçmenin kendi kültürünü koruduğu ve yeni toplum ile de tanışma ve teması önemsediği bir stratejidir. Bu nedenle, göçmenlerin yerli halk ile ilişkilerine hazırlıklarında, yaşadıkları mekân ve mekânın kendi özellikleri doğrudan etkilidir. Politika koyucular, mekansal düzenlemeler ve yerel halk ile göçmenin tanışıklığının arttığı yerleştirmelerle, göçmenin entegrasyon sürecini hızlandırma ve sağlıklı hale getirme şansına sahiptirler. Uğraştırıcı olacak olsa dahi, iki veya daha fazla kültürün bir arada sağlıklı iletişiminin sağlanması sonucunda çok büyük kazanımlar ortaya çıkacaktır. 

Yazar: Esra Kamacı

 

KAYNAKÇA 

Proshanksy, H. M. (1978). The city and self identity. Environment ve Behavior, 10, 147-170

Göregenli, M., Karakuş, P. (2014). Göç araştırmalarında mekan boyutu: kültürel ve mekansal bütünleşme. Türk Psikoloji Yazıları, 17(34), 101-115. 

Güleç Solak, S. (2017). Mekan-kimlik etkileşimi: kavramsal ve kuramsal bir bakış. MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi, 6(1), 13-37.

Proshanksy, H. M. (1978). The city and self identity. Environment ve Behavior, 10, 147-170.

Zick, A., Wagner, U., van Dick, R. ve Petzel, T. (2001). Accultu- ration and prejudice in

Germany: Majority and minority perpectives. Journal of Social Issues, 57, 541-557.