Ulusaşırı Kimlikler: Londra’da Kıbrıslı Türk, Kürt ve Göçmen Çocukları – Doğuş Şimşek
Ne Oralı Ne Buralı – Işıl Öz
Ocak, 2021
Göç türleri, küreselleşme ile birlikte günümüzde farklılaşmış ve tanım olarak da artık “Bir ulus devletten diğerine gerçekleşen daimi bir hareket”in ötesine taşınmıştır. Nitekim bu alanda çalışma yapanlar da uluslararası göçü “Kalanlar ve gidenler arasında oluşan çeşitli bağları özetleyen çok-boyutlu bir süreç” olarak tanımlamaya başlamıştır. Göç ve göçmen olgularındaki bu gelişmelerin, 21. yüzyıl diaspora toplumlarının yapısını etkileyeceğini söylemek makul değildir. Bu kapsamda göçmen çocukları dediğimiz ev sahibi ülkedeki ikinci kuşağı oluşturan kitlenin ise ev sahibi ülkeye daimi olarak yerleşmiş diaspora üyelerinden farklı olması kaçınılmazdır. Diaspora kelimesinin, günümüzdeki anlamı tartışılmaya devam edilmektedir ancak “günümüz kullanımında etnik grup’un eş anlamlısı olarak görülecek şekilde esnek tanımlanmış bir terimin sınırlarını belirlemek mecburidir.”***** Sınırlarını belirlemek zorunlu olsa da artık “diaspora” kavramının ikinci kuşak göçmenlerini tanımlarken ya da tanımlamaya çalışırken yetersiz kaldığı bir gerçektir.
İkinci kuşak göçmenlerini bir önceki kuşaktan ayıran farklılık bu kuşağın hem göç veren hem de göç alan iki ülkeyle gerçekleşenlerden etkilenip bu iki ülkeyle kurulan iletişimi kapsayan ulusaşırı toplumsal alanda hayatlarını idame ettirmeleridir. Bu farklılık bağlamında literatürde daha sık yer almaya başlayan ulusaşırı toplumsal alanların oluşumu konusu, “yalnızca göç araştırmalarına yeni gündem konuları kazandırmakla kalmamış, aynı zamanda uluslararası göçün kavramsal ve yöntemsel açılardan ele alınış ve inceleniş şeklini de büyük oranda değiştirmiştir.”
Göç Okumaları grubundan Betül Karaca’nın moderatörlüğünde gerçekleştirilen toplantıda tartışılan kitap Doğuş Şimşek’in “Ulusaşırı kimlikler: Londra’da Kıbrıslı Türk, Kürt ve Türk göçmen çocukları” adlı çalışmasıydı. Doğu Şimşek’in kendi anlatımıyla okuduğumuz çalışmada, kimlik ve ulusaşırı göç kavramlarını Londra’daki Kıbrıslı Türk, Türk ve Kürt çocuklarının iki ya da daha fazla ülkeyle etkileşimiyle geçen yaşanmışlıklardan yola çıkarak sorgulamaktadır. Bu kavramları sorgularken de bireyselleşmeyle gelen kişisel deneyimlerin fazlasıyla öne çıkmış olduğu bir dönemde yaşarken; aidiyet ve kimlik kavramlarının ulus-devlet altında incelenmesinin ne derece doğru olduğunu sormaktadır.
Göçmen çocukları dünyaya gelmelerinden itibaren yaşadıkları ülkenin hem göç alan hem göç veren kültür ve dilleri arasında sıkışık hissetmişlerdir. Bu nedenle kimlik ve aidiyet başlığı altında yöneltilen sorular, ebeveynleri adına cevaplanması saliseler alacaktır ancak onlara daha karmaşık gelmektedir. Göçmen çocuklar ailelerinin göç ettiği ülkelerde doğdular ve sosyal ilişkileri oralarda şekilllendi. Doğuş Şimşek göçmen çocuklarının renkli ve harmanlanmış hayatlarını kalıplaşmış, kolektif bakış açısının oluşturduğu değişmez kabul edilen kimlik tanımıyla sınırlandırılamayacağını göstermektedir. Kıbrıslı Türk, Türk ve Kürt göçmen çocuklarıyla yapmış olduğu görüşmeler sayesinde onların toplumda kimliklerini nasıl tanımladıklarına, birebir kendilerinden duyarak, tanık olunabilmesine imkan sağlamıştır.
Kitap Doğuş Şimşek’in Türkçeye çevrilip yeniden hazırlanan doktora tezidir. Bu sebeple kitabın ilk bölümünde ilerleyen kısımlarda da görülen ve sorgulanan kavramlar hakkında teknik bilgi içermektedir. Üzerinde durulan önemli noktalardan bazılarıysa kalıplaşmış kimlik tanımına dair eleştiriler ve diaspora kavramından “ulusaşırı göç”e geçiştir. Ulusaşırı göç başlığı altında globalleşmenin de rolünden çokça bahsedilmesi geçişteki sürecin daha iyi kavranmasını sağlayarak sonraki bölümler adına alt yapı oluşturur niteliktedir.
Göçmen çocuklarının kimlik oluşumlarının ve toplumda kendilerini nerede gördüklerinin daha iyi anlaşılıp analiz edilebilmesi için ilk nesil göçmenlerinin de göç nedenleri ve topluma adaptasyonu konusunda bilgili olunmalıdır. Kıbrıslı Türklerin Londra’ya ekonomik sebeplerle göç ettiği, sonrasındaysa ihtiyaç doğrultusunda Türkiye’den işçi alımıyla Türklerin de Londra’ya göç ettikleri, Kürtlerin ise Türkiye’de yaşanan iç karışıklar nedeniyle göç ettikleri bilinmektedir. Aynı zamanda bu grupların göç etme sürelerine bağlı olarak topluma adaptasyonları karşılatırıldığında “yurt”larından uzak göçmenler olması sebebiyle aralarında olası işbirliği beklentisi mevcuttur. Ancak kendi kendilerine sebep oldukları gruplaşmalar nedeniyle bu toplumsal dayanışma gerçekleşmemiştir.
Kitapta üzerinde durulan konulardan bir diğeriyse birinci kuşak ailelerin çocuklarının kimlik şekillenmesi üzerindeki etkisidir. İkinci kuşağa kıyasla yurt, aidiyet ve kimlik kavramlarına daha fazla anlam yükleyen birinci kuşak, çocuklarının İngilizleşmesinden endişe duymuştur. Ailelerin göç veren ülkenin değerlerini çocuklarına erken yaşlarda aşılamaya çabaladıkları ve bu çabaların çocuklar ve aileleri arasında kimi çatışmalara sebep olduğu görülmüştür. Kuşaklar arası iletişim kopukluğunun ve birbirinden farklı beklentilerin yanı sıra dil ve kültür pratiğindeki farklılaşma bu çatışma hâline sebep olmuştur. Bu noktada en önemli çıkarımlardan biri iki kuşağın da farklı nedenlerle ulusaşırı bağlar kurmasıdır. Aileler bu ilişkiyi geleneksel ve kültürel bir çerçeveden kurarken, göçmen çocuklar daha manevi bağlar üzerinden geliştirmektedir. Göçmen çocuklarının göç veren ülke ile bağlarında ailelerden sonra önemli etkiye sahip unsurlardan biriyse derneklerdir. Kitapta derneklerin rolü hakkında da bilgilendirme yapılarak bu kurumlara farklı bakış açılarıyla bakılması sağlanmıştır. Derneklerin temel amaçlarının göçmenlerin topluma adaptasyonunu sağlama, aynı zamanda etnik & kültürel pratiklerini arttırma olmasının yanında siyasi ideolojilerini de yaymak olduğu görülmektedir. Bu sebeple göçmen dernekleri, kapıları sadece aynı ideolojiyi paylaşan göçmenler tarafından çalındığından, kendi toplulukları içerisinde sınırlı bir sosyal ağ oluşturmaktadır.
Kitabın sunduğu birçok bakış açısı ve not alınması gereken tespitleri bulunmaktadır. Önemli çıkarımlardan biri çoğu göçmen çocuğun kimliğini değişken olarak görmesi ve kendisini tek kimlik altında tanımlayamamasıdır. Bununla beraber kimlik kavramı genellikle sabit, mutlak tanımlamalar ve aidiyetlerle ilişkilendirildiği için bu gençlerin rengârenk ve çeşitli tanımlamalarını karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Bu durum genel olarak o kuşağın kimlik konusunda çatışma yaşadığını düşündürtmekle birlikte, kayıp bir jenerasyon olarak yorumlanmasına sebep olmaktadır. “Ulusaşırı Kimlikler”de bu neslin kaybedilmiş olmadığı, aksine birden fazla kültürle harmanlanmış deneyimlerle oluşturdukları toplumsal kimliklerin çokluluğunun bir zenginlik olduğu çıktısı ortaya koyulmaktadır.
Betül Eren Tarafından Hazırlanmıştır.